NEDIM SOYYÜCE
  Güzel yazilar
 

Peygamber Ziyaretinize Gelse
  "Bir gün Peygamber ziyaretinize gelse, Yalnızca birkaç günlüğüne çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı..."
Bunu okuduğunuz anda, inancı sıkı veya gevşek nasıl biri olursanız olun hafiften sarsılıyorsunuz.
 Gerçekten de ne yaparız Peygamber kapımızı çalıverse! Hele O'nu dilinden düşürmeyen ama bir yandan da hayatın harala gürelesi içine "düşen"ler nasıl bir telaşa kapılırlar acaba?
 Ancak bu şiirimsi metni yazan aslında neler yapacağımızdan emin. Diyor ki...
"Biliyorum. Böylesine şerefli bir konuğa en güzel odanızı açacağınızı, Ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, Ve inandırmaya çalışacağınızı, Onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; Fakat söyleyin bana, Evinize doğru gelirken gördüğünüzde, O'nu hemen kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa içeri almadan önce, aceleyle, Bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'an'ı mı koyacaksınız? "
 Diyor ki...
 "Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?
Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplığınızın raflarında tozlanmış, Hadis kitapları mı çıkaracaksınız? Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa telaşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız?"
 Diyor ki...
 "Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle? Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, Onun kalmasını ister misiniz sizinle?
Sonsuza dek, hep birlikte... Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, Ziyareti bitip gittiğinde?"
 Kabul edelim ki çok etkileyici bir sorgulama bu! İnananların kendilerini hep eksik, hep kusurlu görme (ama alttan alta da kendilerini değil de çağı suçlu çıkarma) eğilimini destekleyici mahiyette bir etkisi var.
Ve adım gibi eminim ki, bu metin şimdi Mevlit Kandili ve Kutlu Doğum Haftası nedeniyle yine internette sık sık karşımıza çıkacak, e-mektup yoluyla ondan ona dolaşacaktır.
 Yalnız namazında niyazında olanlara değil, belki daha çok da benim çevremden insanlara; yani az çok bu manevi iklimi soluyan ama kafası hep bulanık kalanlara ulaşacaktır.
 O yüzden, belki "senin üzerine vazife değil ki" diyeceksiniz bana ama konuyla ilgili bir iki satır not düşmek istiyorum şu köşeye...
 Çünkü bu gönül çalan, inananları hemen etkileyen metnin ciddi sorunları var.
 Asrı Saadet, bazılarının uzaktan uzağa sandığının aksine aynı bugün gibi insani ve toplumsal eksikler, kusurlar, hınçlar, nefretler, düşmanlıklar, ayrılıklar, açgözlülükler ve yalan imanların iktidarıyla doluydu. Merak eden açar kitapları okur, okuyunca da şaşkınlıktan küçük dilini yutar. O çağı "saadetli" kılan O'nun varlığıydı. O'nun yaşadığı bir dönemde yaşamak, aynı vakti ve atmosferi solumaktı saadet...
 "Peygamber ziyaretimize gelse ne yapardık?" diye dövünmeye kalkışmadan önce bunu bilmek gerekir. O, içerisinde hangi rüzgarlar esiyor olursa olsun, ziyaretinin değerini bilen her evin değerini vermişti!
O'nu yakından tanıyanların deyişiyle "umanı umutsuzluğa düşürmeyen, güleryüzlü, yumuşak huylu, asla bağırıp çağırmayan" Peygamber'in ziyaret ettiği bir eve "bakalım içeride ne kusurlar ne sapkınlıklar göreceğim" fikri ve duygusuyla gireceğini hayal etmek ve ettirmek yanlıştır.
 Ziyaret edilenler açısından da asıl olan O'na gönüllerini açmalarıdır. Yoksa yalancıktan çeki düzen verilmiş evlerini değil...
Korkuya, telaşa ne gerek var? Huysuzluğa, karamsarlığa ne gerek var? Gelen Peygamber...
 "Bir an önce gitmesini isteme" konusuna gelince... Kimsenin bu konuda başkası yerine konuşma, bu soruyu siyasal-toplumsal bir sorgulama haline getirme hakkı yok.
 Çünkü...
 Gelen "sevgili"yse eğer, kim gitmesini ister?

                                             ALLAH İNANCININ GÜCÜ

 Dünya hayatının süsüne kendisini fazlasıyla kaptırmış batının düşünce gücü anlayışı, bu dünyaya mahsus materyale sahip olabilmek için (hâşâ) Allah’ı dışlamakta, bir şeye sahip olabilme gücünün sadece insanın kendisinde bulunduğunu aşılamaya çalışmaktadır.
 Düşünce gücü denen zırvalık, uzun zamandır beynimi meşgul ediyordu. Neydi bu düşünce gücü? Nasıl bir şeydi ki gençlerimiz işi gücü bırakmış Allah'ın verdiği beyni O'na karşı kullanmaya başlamışlardı. Herhâlde elle tutulur güçlü kanıtları vardı ki bu kadar hararetli ve istekli bir şekilde bu anlayışın arkasında duruyorlardı. Kitaplarını okudum. Bir daha okudum. Bir daha okudum. Evirdim çevirdim. Yok... Kitapların içine baktım, dışına baktım, sırt yazılarını okudum, yok... Hiçbir kanıt yok ellerinde. Bir zannın peşine takılmış gidiyorlar. Ama ne gidiş. Sanırsınız birinciye cenneti verecekler. Bir de baktım ki işin sonunda büyük bir ödül var. Hem de çok büyük: Para! Aman o ne azamet, aman o ne caka satmak. Para kazanmanın yolunu bulduk işte diyorlar. Düşünce gücü = para. Bütün koparılan tantananın arkasında hiçbir elle tutulur kanıt yok. Sonunda da büyük ödül var: para. Para nedir Allah aşkına? Tamam gereklidir. Yaşamamız için elzemdir. Ama nedir para? Bir kâğıt parçası. Bir kâğıt parçasına değerinin (hoş benim gözümde hiçbir değeri yok) üzerinde anlam yükleyenler, kim bilir Allah'a nasıl sarılmışlardır diyecek oldum. Demez olaydım. Bunların kitabında Allah yazmaz olmuş. Bunlar parayı almış başlarının tacı yapmış, Allah’ı da kaldırmışlar; düşünceyi koymuşlar, evrensel zekâyı koymuşlar yerine. Efendim her şey düşüncede başlar, düşüncede bitermiş. Allah yoktur demiyorlar da evrensel zekâ, üstün akıl lakırdısıyla uzaylıları çağrıştıran bir algılama yaratıp, akıl bulandırıyorlar. Düpedüz (hâşâ) Allah yoktur diyorsunuz. Açık açık söylesenize şunu, ne laf dolandırıp duruyorsunuz. Ha Allah yoktur demişsin, ha Allah’ın yerine başka bir kavram veya varlık koymuşsun. İkisi de aynı kapıya çıkar.
 Bu kitapta okuduklarınız, kendimi buluşum, Allah'a ulaşmam ve kimliğimdir. Bu kitap, sevgi ve haykırışa ilişkin bir denemedir. Sevgi ve haykırışın ışığında, Allah'ın birliğine ulaşmak isteyenlere küçük bir kılavuz kitap. Allah birdir.
Can Evin
  Müslümanlık Nerde
Müslümanlık Nerde
Müslümanlik nerde! Bizden geçmis insanlik bile...
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlik, bilmem amma, galiba göklerdedir;
Istemem, dursun o payansiz mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana!
Isterim sizlerde görmek irkinizdan yadigar,
Çok degil, ancak Necip evlada layik tek siar.
Varsa sayet, söyleyin, bir parçacik insafiniz:
Böyle kansiz miydi -hasa- kahraman ecdadiniz?
Böyle düsmüs müydü herkes ayrilik sevdasina?
Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina,
Hiç görülmüs müydü olsun kayd-i vahdet tarumar?
Böyle olmus muydu millet canevinden rahnedar?
Böyle açliktan bogazlar miydi kardes kardesi?
Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi?
Irzimizdir çignenen, evladimizdir dogranan...
Hey sikilmaz, aglamazsan, bari gülmekten utan! ...
'His' denen devletliden olsaydi halkin behresi:
Payitahtindan bugün tasmazdi sarhos naresi!
Kurd uzaklardan bakar, dalgin görürmüs merkebi.
Saldirirmis ansizin yaydan bosanmis ok gibi.
Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek,
Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz köstebek!
Kâr sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi...
Hasmi, derken, çullanirmis yutmadan son lokmayi! ...
Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok:
Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok.
Burnumuzdan tuttu düsman; biz bogaz kaydindayiz;
Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz!
Saygisizlik elverir... Bir parça olsun arlanin:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanin!
Davranin haykirmadan nakus-u izmihaliniz...
Öyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranin zira gülünç olduk bütün bir aleme,
Beklesirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;
Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram! ...
Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur.
 
Mehmet Akif Ersoy
 
Koy sakinleri yagmur duasina cikmislardi. 
Butun koy ahalisi toplandi. 
Iclerinden birinde semsiye vardi.
Bu inanctir.
 
Babalar bebeklerini havaya hoplatir, cocuklar gulmekten bayilir. 
Yere duseceklerini akillarina bile getirmezler. 
Cunku babalari onu tutacaktir.
Bu guvendir.
Yatagimiza girerken yarin uyanip yasamaya devam edecegimize dair teminatimiz yoktur. 
Ama yine de ertesi gune dair planlar yapariz.
Bu umittir.
Inancinizi, guveninizi, umidinizi hic kaybetmemeniz dilegiyle... 
 
 
 
 
 
 
 

                                                          ERGENEKON DESTANI

         Ergenekon Destanı, "Büyük Türk Destanından bir parçadır. Türk kavimlerinden Göktürkler'i mevzu alır. Göktürkler'in menşeini açıklamak ister. Ergenekon Destanı'nın özeti şöyledir:
Türk illerinde Göktürkler'e itaat etmeyen bir yer yoktu. Bunu kıskanan yabancı kavimler birleşerek Göktürkler'in üzerine yürüdüler. Maksatları öç almaktı. Göktürkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar. Çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince, vuruşma da başladı. On gün vuruştular. Göktürkler üstün geldi.
Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin hanları ve beyleri av yerinde toplanıp konuştular.
"Göktürkler'e hile yapmazsak akıbet işimiz yaman olur," dediler.
Tan ağarınca, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar.
Göktürkler, "Bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar," deyip arkalarından yetiştiler.
Düşman, Göktürkler'i görünce, birden döndü. Vuruşma sonunda düşman, Göktürkler'i gafil avlayıp yendi. Göktürkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını ve mallarını öylesine yağmaladı ki, bir ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdi. Küçükleri kul edindi. Her düşman birini alıp gitti.
Göktürkler'in başında İl Han vardı. Çocukları çoktu. Fakat bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç, hepsi öldü. Kayı adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Han'ın Dokuz-Oğuz adlı bir de yeğeni vardı. Kayı ile Dokuz-Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat on gün sonra bir gece ikisi de kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk yurduna geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen çok deve, at, öküz ve koyun buldular. "Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. Gereği odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım," dediler. Dağa doğru sürülerini alıp göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine bir yoldu ki, bir deve veya bir at güçlükle yürürdü. Ayağını yanlış bassa yuvarlanıp parça parça olurdu. Göktürkler'in vardıkları yerde akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, meyveler, ağaçlar ve avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Hayvanlarının kışın etini yediler; yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "Ergenekon" adını koydular.
İki Göktürk prensinin Ergenekon'da çocukları çoğaldı. Kayı Han'ın çok çocuğu oldu. Dokuz-Oğuz Han'ın daha az oldu. Çok yıllar bu iki Hanın çocukları Ergenekon'da kaldılar. Pek çoğaldılar.
Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki, Ergenekon'a sığışamaz oldular. Buna bir çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki, "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında her kim bize dost olursa, onunla görüşelim. Düşmanla vuruşalım".
Kurultay bu kararı alınca, Göktürkler, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar, bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki, "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat madene benzer. Şunun demirini eritsek, belki dağ bize geçit verirdi". Göktürkler, varıp demircinin gösterdiği dağ parçasını gördüler. Demircinin tedbirini de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü altını, yanını, yönünü böylece odun ve kömürle doldurduktan sonra, yetmiş deriden büyük körükler yapıp yetmiş yere koydular. Odun-kömürü ateşleyip körüklemeye başladılar,
Tanrı'nın gücü ve inayeti ile ateş, kızdıktan sonra demir dağ eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününün, kutsal saatini bekleyip bu yoldan Ergenekon'dan çıkmaya başladılar. Bu kutsal gün, ondan sonra Göktürkler'de bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük tören yapılır; bir parça demir alınıp ateşte kızdırılır. Bu demiri Önce Göktürk Ham kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver.
Ondan sonra Türk beyleri de böyle yapıp bu günü kutlarlar.
Ergenekon'dan çıkınca, Göktürkler'in ulu hakanı Kayı Han soyundan Börteçine, bütün illere elçiler gönderdi; Göktürkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Tâ ki, eskisi gibi bütün iller Göktürkler'in buyruğu altına girer. 

                                    MISIR PRAMİTLERİNİN SIRRI

** Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir. Ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce km. uzaktadır.
** Bu taşların nasıl getirildiği bilinmemektedir.
** Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda iki defa güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler.)
** Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan; mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
** Piramitlerin içerisinde ultra sount, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
** Kirletilmiş suyu, birkaç gün "paramit"in içine bırakırsanız, suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
** Piramitlerin içinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve daha sonar hiç bozulmadan yoğurt haline gelir.
** Bitkiler piramitin içinde daha çabuk büyür.
* "Piramit"in içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonar yüz losyonu olarak kullanılır.
** Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yaymadan piramitler içinde mumyalaşır
** Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar bir piramidin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
** Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğuna hakkında bir bilgi yoktur. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler.
** Piramitlerin içi yazın soğuk, kışın sıcak olur.
 
  Bugün 22 ziyaretçi (26 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol